Dünyanın en Tuhaf filozofları

featured

Onlar, filozoflar… Özellikle Batı dünyasındaki etkileri inanılmaz. Batı medeniyetini kurgulayan isimler onlar. “Yunan – Roma – Hristiyanlık” üçlemesiyle dünyada bugün de hâkim olan medeniyetin kurucuları olan filozofların önemli bir bölümünün karakterleri, alışkanlıkları, günlük hayat pratikleri ise oldukça tuhaftı.

AÇLIK GREVİNDE ÖLEN FİLOZOF
Bir komisyonun hazırladığı “Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi” ile Gary Hayden’ın “Büyük Filozofların Tuhaf Fikirleri”nde, filozofların birbirinden ilginç halleri anlatılıyor. Tarihteki ilk materyalist filozoflardan Thales, M.Ö. 6. yüzyılda Ege’de yaşamıştı. Onun tuhaflığı, her ama her şeyin sudan olduğuna kanaat getirmesiydi. Evrim safsatasını ilk düşünenlerden birisiydi. Dediğine göre; suda bazı varlıklar vardı, onlar karaya çıkmıştı, sonra da canlılara oluşmuştu! Talebesi Anaksimandros, hocasının dediklerinin bir kısmına karşı çıkmış ancak o da başka bir tuhaflığı savunmuştu: “Dünya düz!”

Epikur, sadece arpa ekmeği, peynir ve meyve ile besleniyordu. Senede bir kez şarap içiyor, cinsel perhiz uyguluyordu. Bir başka filozof Demonax da yaşlandıkça başkalarına yük olduğunu düşünüyordu. Ömrünün son demlerinde yemek yememeye başladı. Demonax, 100 yaşında açlıktan, bir nevi açlık grevi sonucu ölmüştü. Platon, bizdeki adıyla Eflatun’un gerçek adı ise Aristocles’ti. Ona Platon denmesinin nedeni, geniş omuzlarından kaynaklanıyordu. Çünkü  bu kelimenin Yunanca’da anlamı “geniş”ti.

Pisagor ise aklını sayılarla bozmuştu. Bu hali, adeta “sayı fetişizmi” denilebilecek bir haldi. Thales, nasıl “su”ya taktıysa, Pisagor da “sayı”ya takmıştı. Kainatta ne varsa sayılarla açıklamaya çalışıyor, evreni matematikle modelliyordu. Psiagor, giderek sayılardan bir kült oluşturmuş, bir tarikat kurmuş, bu tarikat üyeleri vasıtasıyla da yaşadığı şehrin devleti Kroton’un yönetimini kısa bir süre ele de geçirmişti. Onun sayılara yönelik bu aşırı ilgisi, ilerleyen asırlarda da sayılarla gizemli şeylere ulaştıklarına inanan kimi ezoterik, gizemci gruplarla adının anılmasına yol açmıştı. Böylece paradoksal bir biçimde matematik gibi fevkalade somut bir alan, hurafelerle dolu soyut bir alanla içiçe geçmişti.

“BEN TANRIYIM, BİR ŞEY OLMAZ” DEDİ, ETNA YANARDAĞI’NIN İÇİNE ATLADI
Dönemin filozoflarından biri olan Empedokles ise yine “farklı” düşünceleri olan biri isimdi. O, bugün bile hala revaç bulan “kainat dört elementten; hava, su, toprak ve ateşten meydana gelmiştir” önermesini dillendiriyordu. Empedokles, bu dörtlüden “ateş”e özel bir önem veriyordu. O kadar ki, faal haldeki Etna Yanardağı’nın içine atlayarak hayatına son vermişti. Bir iddiaya göre de “kendisinin tanrı olduğunu dolayısıyla bir zarar görmeyeceğini kanıtlamak” için Etna’nın içine atlamıştı.

Herakleitos ise insanlardan nefret eden bir düşünürdü. Nefreti öyle bir boyuta ulaştı ki, kendisini dağlara vurdu. Burada sadece ot ve sebze ile besleniyordu. Bir süre sonra hastalandı. Tekrar şehre indi ama yine insanlara olan nefretinden dolayı doktorların tavsiyelerini dinlemeyerek, kendi kendisini tedavi etmeye kalkıştı. Hayvan gübresinin hastalığına iyi geleceğini iddia ederek, vücudunu gübre ile kapladı. Bu esnada köpeklerin saldırısına uğrayan Herakleitos, parçalanarak öldü.

“GÖLGE ETME’Cİ”NİN ETTİKLERİ…
Sinop’ta, fıçı içinde yaşamasıyla ünlenen, “Gölge etme, başka ihsan istemem” sözü hala dillerde olan Diyojen de tuhaflıkları olan bir başka filozoftu. Tiyatrolara gidip, milletin önünde büyük tuvaletini yapar, kazuratını ortalığa bırakırdı. Yol ortasında mastürbasyon yapmak, kızdığı kişileri idrarıyla kirletmek de Diyojen’in “normal hallerinden” bazılarıydı. Babası darphane işleten Diyojen, paralarda hile yaptığı anlaşılınca Sinop’tan Atina’ya sürülmüştü. Ölümü de çok fazla çiğ ahtapot yemekten dolayı hazımsızlıktan olmuştu.

İnsanın dünyadaki tek amacının “mutlak mutluluk” olduğunu iddia eden Stoacılar’ın öncülerinden Khrysippos, mutluluk için hiçbir engel olmaması gerektiğini dile getirerek, “ensest”i bile savunmuştu. Mutluluğu, gülmeyi, şakayı hep kutsayan Khrysippos’un ölümü de bu haline uygun olmuştu. Ders verirken bir eşek ortama girmiş, tabaktaki üzümleri yemeye başlamış, Khrysippos da kölesine “Şuna şarap da ver bari” dedikten sonra kendi esprisine gülmeye başlamış ve katıla katıla gülerken ölmüştü. Eski Yunan’ın sapkınlıklarını karşıyaka escort çoğunu tevarüs eden Roma’da da Stoacı görüş, kendisine taraf  bulmuştu. Romalı filozof Marcus Cato, “mutlak mutluluk” anlayışına “farklı” bir biçimde yaklaşarak, karısı Marcia’yı yakın dostu Hortensius’la paylaşmıştı.

PUTPEREST YUNAN’DAKİ SAÇMALIKLARLA DALGA GEÇENLER DE VARDI
Milattan önce 569-477 yılları arasında yaşayan Xenophanes ise makulü bulan nadir filozoflardan birisiydi. Sadece bir efsane metninden doğan Homeros’un “kutsal kitap” gibi kabul edilmesini hicvediyor, “İnsanlar Homeros’ta kendi arasında suç sayılan, utanılan bütün şeyleri tanrılara yüklemişlerdir. Tanrılar hırsızlık ederler, yalan söylerler, eşlerini aldatırlar” diyordu. Sonra, “Şu Yunanlılar sanıyorlar ki tanrılar da kendileri gibi doğmuşlardır, kendileri gibi giyinirler, kendilerinin biçimindedirler. Nitekim Habeşler, tanrılarını kendileri gibi kara ve yassı burunlu, Trakyalılar sarışın ve mavi gözlü diye düşünürler. Böyle olunca; atların, aslanların elleri olup da resim yapabilselerdi, atlar da tanrılarını at gibi, aslanlar da aslan gibi çizeceklerdi. Oysa tanrılar ne aslan biçimindedirler, ne zenciler gibidirler, ne de Yunan heykellerinde olduğu gibi insan kılığındadırlar. Bir tek tanrı vardır, o en uludur, ne biçimi, ne de düşünmesi bakımından ölümlülere benzer; bu Tek Tanrı baştan aşağı işitmedir, baştan aşağı düşünmedir, her şeyi düşünceleriyle hiç zahmetsiz yönetir.” diyerek tevhit düşüncesini dile getirmişti.

İLAHİYATÇI BEŞER: SOKRATES PEYGAMBER DEĞİLSE BİLE MUVAHİTTİ
Xenophanes’ten sonra “tevhidi” inancını savunan isimlerden bir diğeri de ünlü filozof Sokrates’ti (MÖ. 470-399). O, Eski Yunan’da sayıları neredeyse binleri bulan “tanrılar” ile alay ediyordu. Putperest Atinalılar, sineklerin atları rahatsız ettiği gibi kendilerini rahatsız eden Sokrates’e “Atina’nın Sineği” lakabını takmıştı. Devrin bütün pagan inançlarını sorgulayan Sokrates’in söylediklerinin çoğu, asırlar sonra Peygamber Efendimiz’in hadislerinde de görülmüştü. Faruk Beşer gibi bazı ilahiyatçılar onun, “İnsanın bilgiyi bulmakla mükellef olduğu” şeklindeki düşüncesi ile Peygamber Efendimiz’in “Hikmet müminin yitiğidir, onu bulduğu yerde alır” hadis-i şerifi arasında benzerlik olduğunu savunuyor. Sokrates; iffet, şecaat ve hikmetin hayatın ana unsurları olduğunu ve bu “orta yol”un korunması gerektiği görüşünü dile getiriyor, “Bunlardan sapılırsa zulüm ve anormallik ortaya çıkar.” diyordu. Sokrates’ın “orta yol” yaklaşımını,  müminlerin her namazda okudukları Fatiha’da yer alan “Ya Rab, bizi sıratı müstakime / doğru yola koy” duasına benzeten Faruk Beşer, “Sokrates, peygamber değilse bile muvahitti” diyor. Sokrates, “gençlerin zihinlerini bulandırdığı, tanrılar inancını zedelediği” gerekçesiyle yargılanıp, ölüme mahkûm edilmişti. Cezası, baldıran zehri içirilerek infaz edildi.

“YOL KENARLARI MUMYALANMIŞ CESETLERLE SÜSLENSE NE GÜZEL OLUR”
“Düşünüyorum o halde varım” önermesiyle tanınan Fransız düşünür Rene Descartes, üzerinde çalıştığı konuları rüyalarında gördüğünü anlatırdı. Decartes ayrıca, evindeki fırında uyurdu. İngiliz filozof Jeremy Bentham da ilginç birisiydi. Evinin içinde domuz beslerdi, yol kenarlarının mumyalanmış cesetlerle süslenmesini güzel olacağı görüşünü savunuyordu. Bentham, kendisini de mumyalatmıştı. Fransız yazar ve düşünür Jean-Paul Sartre ise tuhaflıktan öte, sapkın düşüncelerin sahibiydi. Sevgilisi Simone de Beauvoir’la “açık ilişki” yaşıyordu. Simone de Beauvoir, kadınlara da ilgi duyuyordu, zaman zaman üçüncü kişi de eve gelir, hepsi bir arada yaşardı. Sartre, ölümüne yakın “annesine ilgi duyduğunu” da itiraf edecekti. Alman düşünce adamı Arthur Schopenhauer ise paranoyaktı. Yıllarca kendisini tıraş eden berberinin usturayla gırtlağını keseceğinden korkuyordu. Schopenhauer, para konusunda da takıntılıydı, çalınabileceği gerekçesiyle parasını bankaya yatırmaz, evde tutardı.

NİETZSCHE’NİN AĞLAYARAK BOYNUNA SARILDIĞI AT
Friedrich Nietzsche ise önce koyu bir Hristiyanlık eğitimi aldı, sonra çelişkilere kapıldı ve “Tanrı öldü” dedi. Bir genelevde frengi kaptıktan sonra kadınlarla olan ilişkilerinde sorunlar yaşamaya başladı, sonrasında da kadınları hayatından tamamen çıkarttı. Birgün odasından dışarı bakarken, bir sürücünün atına kamçı vurduğunu gördü. Nietzsche ata doğru heyecanla koştu, boynuna sarıldı ve ağlamaya başladı, sonra da bayıldı. Bu olaydan sonra Friedrich Nietzsche, bir daha asla eskisi gibi olamadı.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Bozüyük Haber Ajansı | Bozüyük Haber ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!